Yürü, var, ey Bayezid, sen süregör devranını
Saltanat baki kalır derler ol yalandır
Gösterişli kadırga Ruben?lerin zarif kalesini ardında bıraktı. Taşlık Kilikya?nın kayalık yamaçları yavaş yavaş uzaklaştı. Defne, palamut meşesi, hayıt ve harnupla kaplı tepeler, temmuz güneşinin altında bulanık bir siluete dönüştü. Yurduna geri dönmek üzere Korikos sahilinden denize açılan Sultan?ın yüreği, tarifsiz bir keder ve nedamet hissiyle doldu. Dönememe ihtimalinin acısı, göğsünün ortasına zehirli bir yılan gibi çöreklenip oturdu.
Üstadı Azam Pierre d’Aubusson, Şövalyeler Sarayı?nın büyük salonunda toplanmış olan heyete Korikos?tan yola çıkan ganimetin müjdesini verdi. Sultan Mehemmed Han-ı Sani?nin şehzadeleri, iktidar kavgasına tutuşmuş; Sultan Cem, ağabeyi Bayezid Han?dan, kendi hakkı olduğunu düşündüğü Konstantiniyye tahtını geri almak üzere Rodos Şövalyeleri?ne iltica etmişti. D?Aubusson konuyu mütalaa ederken ellerini sıvazlıyordu, çünkü Şehzade Cem, Rodos?un eline geçmiş paha biçilmez bir hazine, Osmanlı Tahtı, Venedik Dukalığı, Vatikan Sarayı, Fransa Krallığı, Kahire ve Macaristan nezdinde Şövalyelerin elini bükülmez yapan eşsiz bir silahtı.
Akdeniz?in ortasında, siyasi ihtirasın kirine bulaşmış çirkin bir oyun oynanıyordu. Bu öyle bir oyundu ki aktörleri Dünya?nın yönetimini ellerinde tutuyorlardı: Mısır?ı aşılmaz kalelerle tahkim eden Memluk Sultanı Kayıtbay, Osmanlı Tahtı?nın Padişahı Sultan İkinci Bayezid Han, Budin?in ve efsanevi Korvinium?un efendisi Matyas Korvinus, Katolik Hıristiyanlığın lideri Papa 8. Innocentus, İtalya?ya saldırmak için hazırda bekleyen Fransa Kralı, Rönesans?ın hamisi Medici Hanedanı ve Muhteşem sıfatıyla anılan Lorenzo de Medici, Savoy Hanedanı?nın genç varisi, Denizler hâkimi Venedik Dukalığı, Papalığın baş düşmanı Napoli Krallığı, Endülüs?ten Müslümanları söküp atmak üzere olan Kastilya Kraliçesi İsabella ve muktedir kocası, Aragon Kralı Ferdinand?
Sultan Cem bu cadı kazanının içinde, kaderin kendisine çizdiği yolda söz hakkı olmaksızın savruldu durdu?
Ahmet Refik Altınay, tarih meraklıları dışında fazla tanınmayan, Osmanlı?nın çöküşüne ve Cumhuriyet?in doğuşuna tanıklık etmiş ilk popüler tarihçilerimizden. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Altınay?ın eserlerini, Tarihe Yolculuk dizisi adı altında Osmanlıca?dan çevirerek ilgimize sunuyor. Sultan Cem, bu diziyle tanışmama vesile olan ilk kitap. Altınay?ın kalemini sadeleştirme çabasıyla ortaya çıkan sonuç, günümüz Türkçesi?ne tam uymasa da aruz veznini yalnızca lise yıllarının zorlu sınav soruları olarak hatırlamayanlar için güzel beyitler metnin sayfalarını süslüyor. Eğer benim gibi, tarihi tamamlanması imkânsız bir yapboz olarak görüyor, ama oynamaktan kendinizi alamıyorsanız, işte size güzel bir parça daha.
Kitapla karşılaşmamı sağlayan Gaye Hanım?a teşekkürlerimle.
Sultan Cem
Ahmet Refik Altınay
Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Türk Dili ve Edebiyatı profosörü olan hocam da tam olarak birşey dememekle birlikte kinaye olabileceğini söyledi.
Bunun vurguyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu dilbilimci bir hocama sorup öğreneceğim.
Bahsettiginiz durumu, sizin sorunuzla karsilasmadan once fark etmemistim. Ilginc ve dogru bir tespit. Elimde bulunan kaynaklarda ve internette cevabi arastirdim ama tatminkar bir sonuca ulasamadim. Kanaatim odur ki, padisahlarin isimlerinden once gelen Sultan sozcugu, mutlak yoneticilik kavramina vurgu yaparak icerdigi anlami pekistiriyor. Hanim Sultanlarin ve Sehzadelerin isimlerinden sonra geleni ise nitelendirdigi sahsin hiyerarsik olarak padisahin gerisinde olduguna isaret ediyor. Dogru cevabi bulmak icin arastirmaya devam edecegim. Sevgilerimle.
Osmanlılarda “Sultan” sözcüğünün kullanımı ilgimi çekmiştir. Padişahlar için isimden önce (“Sultan Murat”, “Sultan Süleyman”) konan bu sözcük, kadınlarda ismin arkasına geliyor (“Hürrem Sultan”, “Kösem Sultan”). Bunun bildiğim kadarıyla tek istisnası Cem Sultan idi. Fakat bu kitapta alışıldık biçimde “Cem Sultan” değil de “Sultan Cem” denmiş olması dikkat çekici. Bu ifade biçimlerinin özel bir anlamı var mı acaba?