Evrim biyologlarına göre aşk, üremeye yönelik davranış mekanizmalarının en karmaşık olanı, nihayetinde olup biten her şey DNA?nın hibridizasyonu ve kendini kopyalaması gibi son derece basit bir amaca hizmet ediyor. Yaşamımıza anlam katan en önemli değerlerimizden biri için ne sert ve acımasız bir yorum!
Neyse ki herkes bu konuda aynı düşüncede değil. Bunlardan biri de Ahmet Refik Altınay. Yazar, Kadınlar Saltanatı adlı geniş hacimli çalışmasında aşkın gücüne ilişkin kanıtları yumuşak bir üslupla önümüze sürüyor. Osmanlı Çınarı?nın köklerinden başlayıp, iktidara ortak olmuş veya iktidarı tek başına üstlenmiş kadınları, masal havasında hikâye ediyor. Yüzyıllara yayılan bu uzun hikâyede, kudreti haremin sınırlarını aşan bazı isimler doğaldır ki ön plana çıkıyor. Osmanlı Devleti?nin zirve dönemini temsil eden Kanuni Sultan Süleyman?ın gözdesi Hürrem Sultan, Safiye Sultan, Nurbanu Sultan ve ismi oğlu IV. Murat?la anılan Kösem Sultan kitabın sayfalarından aslan payını alıyorlar. Rakibelerin korkunç entrikalarla saf dışı edilmesi, sadrazamların boğdurulması, yeniçeri ocağının kışkırtılması, diğer sultanların şehzadelerinin katledilmesi ve hatta kendi çocuklarının halli gibi aklın almayacağı olaylar, Altınay?ın anlatımıyla daha kolay kabul edilebilir bir görünüme bürünüyor. Kitapta dikkati çeken bir nokta da harem içi şiddet ve entrikanın Bizans?ın fethiyle başlıyor olması. Osmanlı, II. Theodosius?un surlarından öteye geçince, Doğu Roma?nın iyi ve kötü tüm kurumlarını, devlet mekanizmalarını devralıyor sanki. Konstantinopol?ün acımasız saray kanunları, İstanbul?a değişmeksizin intikal ediyor. Saltanata ortak olan bu muktedir ve muhteris kadınların hikâyeleri gerçekten de ilginç ve trajik. Peki, girişte bahsettiğin aşk bu hikâyenin neresinde diye soracak olursanız, merakınızı kitabın sayfalarında gidermenizi önereceğim. Sevgilerimle. Kadınlar Saltanatı Ahmet Refik Altınay Tarih Vakfı Yurt Yayınları |

BENZER YAZILAR
3 Yorum on "Kadınlar Saltanatı / Cihat Levent"
Yorum Yap
Yorum ve katkılarınız için teşekkür ederim.
Aslına bakarsanız, 1788-1860 yılları arasında yaşayan Alman filozof Arthur Schopenhauer, DNA’nın bulunmasında çok önce evrim biyologları ile aynı görüşü savunmuştur. Schopenhauer’e göre aşk sadece üreme amacı taşır, ve fiziksel olarak güzel bir eş seçimi de türün kusursuz bir örneğini elde etmek içindir; tabi ki bilinç dışı bir şekilde! DNA’nın keşfinden yıllarca önce, bir filozofun aynı sonuca varması ilginç değil mi?
İlginç bir kitap, okuma listeme ekledim. İçinden “Osmanlı Devleti” geçen kitaplar hep ilgimi çekmiştir.
Arşiv niteliğndeki bu kitabı bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.